08 July 2009

Ermanno Olmi ve işçileri

Geçen hafta düşündüğümüz "bir hikaye anlatma aracı olarak görüntü" gibi genel bir başlık gerçekte yapacağımız tüm izlemelerin bel kemiği olacak, muhtemelen. Dolayısıyla çerceveyi biraz daraltabilir, örneğin belli yönetmenlerin dünyalarına biraz girecek kadar, bir kaç filmini peşpeşe izleyebiliriz. İtalyan sinemasının altın çağının temsilcilerinden olan Ermanno Olmi’yle başlayabiliriz mesela. Hem bu vesileyle de, günümüz sinemasının pek de dönüp bakmadığı insanların, “ötekilerin” (örneğin işçilerin) yaşamına dair hikayeler üzerine konuşma fırsatımız olur. Elektrik kurumunda çalışırken sinemayla ilgilenmeye ve kurum adına filmler çekmeye başlayan Ermanno Olmi, sonradan İtalyan sinemasının en büyük ustaları arasında yerini alacak ve hayatı boyunca bu tür insanları anlatacaktı çünkü.

kabaca bir izleme listesi:

* “Tre fili fino a Milano” (Three Cables to Milan, 1958, 24’), Ermanno Olmi. Karlı bir kış mevsiminde, dağlık bir bölgede yüksek gerilim kabloları döşeyen işçlerin hikayesini anlatan bir belgesel... Sinema tarihinin az bilinen minik cevherlerinden biri. Tek sorun filmde ingilizce altyazı olmaması, ki bence hiç önemli değil.

* “La diga sul ghiaccio” (1953, 11’), Ermanno Olmi. Bu da bir baraj inşaatının kısa hikayesi…

* “Il tempo si è fermato” (a.k.a Time Stood Still, 1959, 83’), Ermanno Olmi’nin pek az bilinen bir başyapıtı. Edison-Volta kurumu adına 40’a yakın belgesel çektikten sonra gerçekleştirdiği bu ilk uzun metrajlı filminde, yukarıdaki iki filmin karakterlerine çok benzer insanların (karla kaplı dağlarda bir baraj inşaatının başında nöbet tutan işçilerin) hikayesini, büyük ölçüde kendi tanıklıklarına dayanarak anlatıyor.

tarih: 11 Temmuz, C.tesi 18:00
yer: Tütün Deposu, Tophane

2 comments:

  1. Herkese merhaba,
    Bu haftaki gösterime uykusuz ve yorgun bir şekilde gittim. Kendimi sandalyeye serince uyuyacağımı anladım. Kalkıp gitmek istedim ama o an bir bahane icat etmek; ardından kendimi sürükleyip götürmek zor geldi. Sonra filmleri izlemeye başladık. Dakikalar geçtikçe bir şeyi biraz daha iyi anladım ki bazı filmler vardır gerçekten bizi “uyutuyorlar” bazıları ise “uyandırıyorlar”.
    Bu hafta İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin dağılma sürecindeyken yeni akımlara ilham verdiği bir süreçte çekilmiş 2 güzel film izledik. İki film de Ermanno Olmi’ye ait. İtalyan sinemasında dair karakterlerden De Sica, Antonioni, Visconti, Rossellini, Passolini, ya da Francesco Rosi‘nin adını sık sık duysak da Olmi’nin ismi ne yazık ki çok az anılır. Mark Sheil’in İtalyan Neorealizmi kitabında dahi ismi sadece 2 sayfada geçiyor. O da sadece bu akım içinde olduguna dair bir dipnot bilgisi edasında. Bu anlamda Necati’nin de belirttiği gibi Olmi gizli kalmış bir cevher olarak keşfedilmeğe değer bir yönetmen. Nitekim gösterimlerin bir hedefinin de bu olduğunun altını çizmiş olduk böylece: kıyıda köşede kalmış yapıt ve karakterlerin sunumu/paylaşımı.
    Bu hafta izlediğimiz filmler şunlardı:
    - "Tre fili fino a Milano" (Three Cables to Milan, 1958, 24’).
    - “Il tempo si è fermato” (Time Stood Still, 1959, 83’),
    İlk filmde yüksek gerilim kablolarını Milano’ya taşımak için kurulan devasa direklerde çalışan işçileri izledik. Yönetmen o dönem elektrik kurumunda çalıştığı için bağlı olduğu kurum ondan bir tanıtım filmi çekmesini istemiş. Film ısmarlama olmasına rağmen Olmi çekim ve kurgusuyla filmi özgün bir yapıta dönüştürmüş.
    İkinci filmde ise bir Baraj’da nöbet tutan işçilerin hayatlarından kısa bir kesit izliyoruz.
    Filmlerle ilgili söyleyecek çok şey var. Ama özellikle 1-2 noktaya değinerek önemlerini vurgulamak istiyorum. Karakterler amatör olmasına rağmen değme profesyonellere taş çıkartacak cinste bir performans gösteriyorlar. Her 2 filmde de orta ve geniş planlar tercih edilmiş. Bu da Yeni Gerçekçilik akımının temel ilkelerinden biri oluyor. Ki bu tür tercih daha toplumsal bir yaklaşımı ifade ediyor. Zira bir filmde kullanılan yakın ve geniş plan oranı onun neye odaklandığının mesajını verir bize. Bunun yanında gerek kadrajların mükemmel seçimi gerekse insanın içinde yaşadığı doğanın da ana karakterlerden biri olarak yansıtılması müthiş bir seyir keyfi veriyor. Yönetmenin aktörler dışında kullandığı figüranlar (içinde bulunulan doğanın tüm kesitleri) bir noktadan sonra filmin en güçlü öğeleri haline geliyor.
    Yeni Gerçekçilik’in fikir babası Zavatti’nin aşağıdaki sözünü haklı çıkaran filmleri izlemenin keyfiyle toparlanıp çıkıyoruz mekândan.
    "Günün herhangi bir saatinde, herhangi bir insan bir filme konu olabilir. Önemli olan varlıkların özüne gitmektir, olaylar arasındaki ilişkileri kurmaktır, bu olaylarda doğan süreci göstermektir”.
    Kaçıranlar için üzgünüm… başka bir gösterimde görüşmek üzere…
    Sevgiler,
    ibo (12.07.2009)

    ReplyDelete
  2. arkadaslar merhaba,
    dun gelemedigime cok uzuldum. umarim bir dahaki sefere gorusuruz-ama herseyden once
    boyle guzel bir etkinligi akil ettiginiz ve duzenlediginiz icin elinize saglik demek istedim.
    cok sevgiler ve herkese selamlar
    belmin (12.07.2009)

    ReplyDelete