11 November 2009

14 Kasım: Kadın gözüyle

Bu Cumartesi film izleme etkinliğimizi saat 19:00’a aldık. Yani, artık “Cumartesi daha erken saatte gelemiyorum,” diyenlerin de bir bahanesi kalmadı :))

Bu haftasonu, Necati’nin yokluğunu fırsat bilip, biraz da kadın gözünden, kadınların çektiği belgeselleri izleyelim dedik! Şaka bir yana, ne zamandır “Metamorfoz”u birlikte seyredelim diye istekler alıyorduk.

Tecavüze uğramış dört kadının hikayesini, Yunan mitolojisinden hepimizin bildiği mitlerle ilişkilendirerek anlatan “Metamorfoz”, deyim yerindeyse ‘ezber bozan’, çok yönlü okumalara, yorumlara açık, erkek egemen kültürün bize öğrettiği kalıpları başarıyla sorgulayan bir film. Aynı zamanda yalnızca konusuyla değil, görselliğiyle de önem taşıyan yaratıcı bir belgesel: İsrailli yönetmen, Netalie Braun görselleştirilmesi hayli zor olan kurbanların gerçek hayat öykülerini, şaşırtıcı mizansenler, yaratıcı metaforlar ve stüdyo çekimleriyle sinematografik bir şölene dönüştürmeyi başarmış.

İsterseniz, tüm bunları filmden sonra sevgili Ayşe’nin bizim için demlediği sıcacık çayları içerken tartışalım, ne dersiniz?

Ayrıca ek olarak:

* WOW Women of the World (1975, 10’): ABD’li tanınmış animatör Faith Hubley, feminist bir bakış açısından dünya tarihini (özellikleri kadınların tarihini) yorumluyor.

* Four (Styri, 2008, 15’): Slovakyalı genç bir sinemacının, Ivana Sebestova’nın elinden çıkma bu animasyonda dört kadının kesişen hikayesini izliyoruz. Olaylar 1937 yazında geçiyor…

Görüşmek üzere!


Emel



yer: Rengahenk Sanatevi
tarih: 14 Kasım C.tesi, 19:00 - 21:30
adres: İstiklal cad. Olivio Han Sokak Olivio Han No:5 Kat:2, Beyoğlu
(St. Antuan Kilisesi'nin karşısındaki Barselona Pastanesi'nin bulunduğu sokak. 5-10 m içeride soldaki apartman.)
Googlemap: >>>

01 November 2009

29 October 2009

Wojciech Wiszniewski özel programı

Tesadüf eseri keşfettiğiniz bazı sinemacı, yazar, ressamlar vardır; yaptıklarına hayran kalır, o güne kadar tanımadığınıza yanarsınız. Geçen buluşmada bir adet filmini (Elementarz) izlediğimiz Wojciech Wiszniewski, benim için böyle keşiftir. Hazır Kieslowski’den de Lodz kenti üzerine bir film izlemişken, bu hafta Polonya sinemasının bu gizli kahramanını yakından tanımaya çalışalım diyorum.

Geçen buluşmada hazır bulunan arkadaşlar için tekrar olacak ama, Wiszniewski’nin kısa hayatını burada da özetleyeyim: Kendisi 1946 Lodz doğumlu, avukat bir babanın oğlu. Daha 5 yaşındayken babasını yitiriyor. Annesi ailenin geçimini sağlayabilmek için, evin bir odasını yakınlardaki ünlü Lodz Sinema Okulu öğrencilerine kiralıyor. Wojciech ile ağabeyinin sinema ile tanışıklığı işte böyle başlıyor; eve kiracı olarak giren, başta Roman Polanski olmak üzere ileride usta birer yönetmen olacak sinema öğrencileriyle ahbap oluyorlar. İki kardeş onların dünyasına öykünüp sinemacı olmaya karar veriyor. Nitekim ağabeyi aktör olurken Wojciech yönetmenliğe soyunuyor.

Wojciech Wiszniewski film okulunu en iyi dereceyle bitiriyor, ama ne yazık ki yarısı öğrenci filmi olmak üzere topu topu 12 kısa film çekecek kadar yaşayabiliyor ancak. 21 Şubat 1981’de doğum gününden bir gece önce, yani 35 yaşını bile dolduramadan kalp krizinden ölüyor. (Garip bir tesadüf, ilk filminin adı “Kalp Krizi”!) Üstelik bu filmleri de o dönem gözden ırak tutulmaya çalışılmış; genç yönetmenin karamsar bakışı parti bürokratlarının hoşuna gitmemiş, hemen bütün filmleri sansürün gazabına uğramış. Çoğu, ancak ölümünden sonra gösterilebilmiş. Hayatının son bir yılı da, bir romandan uyarlamayı tasarladığı ilk uzun metrajlı filmini gerçekleştirme mücadelesi vererek geçmiş. Ölüm onu, çekimlere bir kaç gün kala yakalamış... Kısaca sinema tarihinin trajik figürlerinden biri, WW... (kaynak: imdb)

* Kalp Krizi (Zawał serca, 1967, 7')

* İz (Ślad, 1969, 6')

* Yarın. 31 Nisan-1 Mayıs 1970 (Jutro. 31 kwietnia - 1 maja 1970, 1970, 9')

* Wanda Gościmska. Dokumacı (Wanda Gościmińska. Włókniarka, 1975, 21')

* Marangoz (Stolarz, 1976, 13’)

(Bu filmleri, Özgür ve Tarık sağolsun, Türkçe altyazılı izleyebileceğiz!)

Wiszniewski’nin filmlerinin konuları, kolay özetlenebilir cinsten değil. Ama örneğin “Marangoz” için şu kadarını söylemek mümkün: 90 küsur yaşında bir marangozun hayat hikayesi üzerinden, Polonya’nın kaba hatlarıyla yüzyıllık tarihini, bu arada Hitler ve Stalin’i de anlatan, üstelik bunları 13 dakika içinde yapabilen bir film. ‘Yaratıcı belgesel’ üzerine kafa yoran herkesçe izlenmesi, derslerde örnek olarak gösterilmesi gereken bir yapıt kesinlikle!

Ek olarak, bir kaç adet harikulade animasyon:

* A Life in A Tin (Una Vita in Scatola, 1967, 6' 30", İtalya): Bruno Bozzetto, beşikten mezara 'kutular' arasında geçen hayatımızı özetliyor.

* Luncheon (Az ebed, 1980, 5', Macaristan): Csaba Varga'dan bir öğle yemeği pişirme hikayesi...

* Flatlife (2004, 10', Belçika): Jonas Geirnaert, apartman yaşamını dikizliyor.

* The Coiling Prankster (Vykrutasy, 1988, 10', Rusya): Baştan sona telleri eğip bükerek yapılan bu filmi kelimelerle anlatmak zor; görmek lazım...

(Buluşmaya gelecek olan arkadaşlar; elinizde paylaşmak istediğiniz filmler varsa, lütfen yanınızda getirip göstermekten çekinmeyin.)

yer: Rengahenk Sanatevi
tarih: 31 Ekim C.tesi, 16:00 - 19:00
adres: İstiklal cad. Olivio han geçidi Sokak Olivio Han No:5 Kat:2, Beyoğlu
(St. Antuan Kilisesi'nin karşısındaki Barselona Pastanesi'nin bulunduğu sokak. 5-10 m içeride soldaki apartman.)
Googlemap: >>>

19 October 2009

Furtado ve Wiszniewski

Cumartesi günü, programa ek olarak izlediğimiz iki filme ilişkin bilgiler:
* "Çiçekler Adası" (Ilha das Flores, 1970, 12' 30"): Brezilyalı yönetmen Jorge Furtado, kimi kavramlara dair ansiklopedik tanımları aktararak, "gelişmiş beyin ve kavrayıcı
başparmaklara sahip" olan biz insanların içinde yaşadığı sistemi deşifre ediyor. Belgesel dediğimiz türün ufkunun ne kadar geniş olduğunu da gösteren bir fars.
"Bu film bir kurgu değildir. Çiçekler adası gerçekten vardır. Tanrı yoktur." (Giriş jeneriğinden.)
Filmin Türkçe altyazılı versiyonu şuradan da izlenebilir: >>>

* "Elementarz" (1976, 8' 30"): Wojciech Wiszniewski, Polonya sinemasının gölgede kalmış, adı ülke sınırları dışına taşamadan genç yaşta hayata veda etmiş bir ismi. Çoğu 10-15 dakika uzunluğunda topu topu 12 kadar kısa filme imza atmış, inanılmaz bir hayal gücüne sahip bu yönetmenin yine belgeselin sınırlarını epeyce zorlayan tanıma gelmez filmlerinden birini, "Elementarz"ı izledik... Yapıtlarından bir kaç örneği daha gelecek haftalarda izlemeyi umuyoruz.

15 October 2009

17 Ekim: Gece ve Sis

Bu haftasonu, belgesel tarihinin klasiklerinden “Gece ve Sis”i (Nuit et brouillard, 1955, 32’) izlemeyi planlıyoruz. Filmde Alain Resnais, metin yazarı Jean Cayrol ile birlikte II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sadece on yıl sonra Auschwitz kampını ziyaret ediyor ve kamerasını tel örgülerin, nöbetçi kulübelerinin, boş binaların arasında gezdirirken burada yaşanan gaddarlığı anımsatmaya çalışıyor:

“Görüntüler tarihe karışmış gibi, hepimiz iyileşmişiz gibi, yeniden umutlarımızı ayağa kaldırmaya çalışıyoruz. (...) Dokuz milyon ölünün ruhu bu kırlarda geziniyor. Bu tuhaf gözetleme kulelerinde kimler gözcülük yaptı? Kimler cellatlara emir verdi? Yüzleri, bizim yüzümüzden sahiden de farklı mıydı?”

Dut Ağacı Kolektifi’nin geçen haftasonu düzenlediği Sözlü Tarih Buluşması’nda filmden kısa bir bölüm izlemiştik. Aynı toplantıda Neşe Özgen, bir Alman arkadaşıyla arasında geçen bir diyalogu aktararak; “Almanya’da daha genç kuşakların, yaşlılara karşı koşulsuz bir şefkat beslemek yerine temkinle ve kuşkuyla yaklaştığına, çünkü o kuşağın soykırımdaki sorumluluk payının unutulmadığına” dair bir anekdot anlatmıştı. Filmi izleyip tarihsel travmalar ve sinemasal aktarımları üzerine konuşabiliriz diye düşünüyorum. (Devletlerin her daim devlet olma refleksi üzerine bir not: O tarihte kamplarla ilgili tüm gerçekler su yüzüne çıkmış, Nuremberg mahkemelerinin üzerinden 9-10 yıl geçmiş olduğu halde, “Gece ve Sis” sansür tehditleriyle karşılaşmıştı. Fransız yetkililer bazı sahneleri sansürlemeye, Paris’teki Alman Elçiliği ise filmin Cannes’daki gösterimini engellemeye çalışmıştı.)

Bu filme ek olarak:

İrmik Helvası” (2008, 12’): Takuhi Tovmasyan bir yandan irmik helvası kavururken diğer yandan aile tarihinden bir hikâyeyle kolektif hafızamızı yokluyor. Filmin yönetmeni Ezgi Kaplan arkadaşımız da aramızda olacak...

To Speak or Not to Speak” (1970, 10’): Gündemdeki politik gelişmeler üzerine sokaktaki insanların fikrini soran bir muhabirin maceraları... Raoul Servais’den medya, iktidar, tüketim, vatanperverlik, savaş gibi mevzuların hepsine değinen harika bir animasyon. (Daha önce yönetmenin "Chromophobia"sını izlemiştik.)

"Cavalette" (aka Grasshoppers, 1990, 9'): İtalyan animatör Bruno Bozzetto'nun gözünden insanlığın kısa tarihi...

"From the City of Lodz" (Z miasta Lodzi, 1968, 18') Kryzsztof Kieslowski'nin Lodz sinema okulundan mezuniyet filmi... Şehirde 'eski' ile 'yeni'nin yer değiştirmesini anlatan minik bir cevher.

Not: “Gece ve Sis” Türkçe altyazılı, diğerleri diyalogsuz veya az konuşmalı...

yer: Rengahenk Sanatevi
tarih: 17 Ekim C.tesi, 16:00 - 19:00
adres: İstiklal cad. Olivio han geçidi Sokak Olivio Han No:5 Kat:2, Beyoğlu
(St. Antuan Kilisesi'nin karşısındaki Barselona Pastanesi'nin bulunduğu sokak. 5-10 m içeride soldaki apartman.)
Googlemap:
>>>

03 October 2009


3 Ekim 2009, Rengahenk Sanatevi

27 September 2009

3 Ekim: İki filmde din dersi

Film izlemek üzere tekrar buluşuyoruz: 3 Ekim C.tesi, 16:00 - 19:00 arasında Rengahenk Sanatevi'ndeyiz. (Adres en altta.)

Mönüde, Uğur Kutay hocamızın seçtiği din(ler) üzerine yapılmış iki film var:

* "Religulous" (2008, 101'), Larry Charles imzalı bir 'komedi-belgesel'. Ünlü komedyen Bill Maher, bir çok dinsel merkezi dolaşıp inançlı insanlarla konuşuyor ve ortaya hayli komik bir 'Michael Mooreekolu filmi' çıkarıyor. (Türkçe altyazılı!)

* "Jesus Camp" (2006, 84'): Heidi Edwig ve Rachel Grady'in yönettiği oldukça yankı yaratmış bir belgesel. ABD'de Evangelik Hıristiyanların düzenlediği bir yaz okuluna devam eden çocukların nasıl bir tedrisattan geçtiğini gösteren ürkütücü ve göz açıcı bir film.

Özetle, korku filmi ayarında bir belgesel ile bir komedyenin bakışı gibi iki uç noktadan, çağımızın dinsel kurumlarına etraflıca bakma şansımız olacak.

Vaktimiz olursa ayrıca:

* "Cavalette" (aka Grasshoppers, 1990, 9', animasyon) İtalyan animatör Bruno Bozzetto'nun gözünden insanlığın kısa tarihi...

İyi haber: İlk filmi Türkçe altyazılı izleyebileceğiz. Kötü haber: İkinci filmin Türkçesi yok maalesef. Fakat İngilizce metni elimizde mevcut, çevirecek bir hayırsever çıkarsa yollayabilirim; çok da makbule geçer.

Din dersimiz mecburi olmayıp merak eden herkese açıktır. :-)

yer: Rengahenk Sanatevi
tarih: 3 Ekim C.tesi, 16:00 - 19:00
adres: İstiklal cad. Olivio han geçidi Sokak Olivio Han No:5 Kat:2, Beyoğlu
(St. Antuan Kilisesi'nin karşısındaki Barselona Pastanesi'nin bulunduğu sokak. 5-10 m içeride soldaki apartman.) Googlemap:
>>>

12 September 2009

Animasyon, Riefenstahl, Wiseman, vs.

12 Eylül 2009, Rengahenk Sanatevi.

Program dışı izlediğimiz Çek filminin adını kayda geçirmek açısından:
"Řeči, řeči, řeči" (Laf Laf Laf, 1991, 8'), Michaela Pavlátová.

Gelemeyen arkadaşlara kıyak: "Chromophobia": >>>
İzleyemediğimiz iki animasyon da şurada mevcut:
"Munro": >>>
"Fallen Art": >>>

10 September 2009

12 Eylül: Militarizm ve sinema

Sıradaki film izleme/tartışma seansımız, 12 Eylül C.tesi 16:00'da, Beyoğlu'ndaki Rengahenk Sanatevi'nde... (Mekan adresi ve tarifi en altta.)

Temamızı ise, günün anlam ve önemine binaen, ayrıca son günlerin malum sloganına ithafen "güçlü ordu" olarak belirledik... Biliyorsunuz ordumuz, -nazar değmesin- dünyanın en büyük ordularından biri; fakat memleketin en büyük metropolünün sakinlerinin bir yağmurla telef olmasını engellemeye yetmiyor bu "gücümüz"... Ordu güçlü olunca kim ne kazanıyor, biz ne kaybediyoruz, en azından sinema -özellikle belgeselciler ve animasyoncular- bu konuda ne düşünmüş, orduya nasıl bakmış?.. Bu konulara, çok bilinen klasiklerin penceresinden değil, alternatif filmlerin gözünden bakalım diyoruz. Örneğin:

* Leni Riefenstahl, Alman ordusunun II. DS'ndan hemen önceki ihtişamını gösteren "Tag der Freiheit - Unsere Wehrmacht" (1935, 17') adlı kısa filminde militarist estetiğin âlâsına imza atıyor.

* Belçikalı animasyon ustası Raoul Servais "Chromophobia"de (1966, 10'), askerlerin işgal edip bütün "renk"lerine el koyduğu bir köyün hikayesini anlatıyor.

* "Munro" (1961, 8' 30"). Gene Deitch'in vaktinde animasyon Oscar'ı kazanmış olan bu filminde, yanlışlıkla asker celbi gelip de Amerikan ordusuna katılmak zorunda kalan 4 yaşındaki bir afacanın "askerlik" maceralarını izliyoruz.

* Polonya animasyon sinemasının genç dahilerinden Tomasz Baginski'den "Fallen Art" (2004, 5') adlı film, yine gariban bir askerin hikayesini aktarıyor.

* ABD'deki belli başlı hemen tüm "kurumlar" hakkında filmler yapmış olan Frederick Wiseman'la da hafiften tanışmak açısından, "Manoeuvre" (1979, 114') adlı filminden bir bölüm izleyebiliriz. Vietnam'dan yeni çıkmış olan ABD ordusunun, Almanya'nın kırsalında bu sefer NATO operasyonlarına hazırlanırkenki hallerini gösteriyor, film.

* "The Atomic Cafe" (1982, 86') Soğuk savaş dönemininin ABD menşeili propaganda filmlerinden oluşturulmuş ürkütücü, bugünden bakınca bir o kadar da komik bir film. İsteğe göre, en azından kısa bölümler izlenebilir.

* "Religulous" (2008, 101'), Larry Charles imzalı bu "komedi-belgesel"de ünlü komedyen Bill Maher, bir çok dinsel merkezi dolaşıp inançlı insanlarla konuşuyor ve ortaya hayli komik bir 'Michael Moore ekolu filmi' çıkarıyor. Ramazan münasebetiyle...

Vakit durumuna göre, bazı filmler önümüzdeki izlemelere de kalabilir.

yer: Rengahenk Sanatevi
tarih: 12 Eylül C.tesi, 16:00 - 19:00
adres: İstiklal cad. Olivio han geçidi Sokak Olivio Han No:5 Kat:2, Beyoğlu
(St. Antuan Kilisesi'nin karşısındaki Barselona Pastanesi'nin bulunduğu sokak. 5-10 m içeride soldaki apartman.) Googlemap: >>>

09 September 2009

Herzog üzerine bir kaç şey daha

Geçen izlemede yarım kalan Herzog muhabbetini kapatmadan önce, bir iki dip not:
Nisan aynı sonlarında yapılan IndieLisboa - Lizbon Bağımsız Film Festivali, bu yılki retrospektif bölümünü Herzog'a ayırmıştı. Festivali izleyen Britanyalı sinema yazarı Demetrios Matheou, Herzog üzerine kısa ama özlü bir yazı yazmış. Özellikle şu tesbiti, bizim de tartıştığımız bağlamda önemli gibi geldi: "[...] Herzog'un ilham verici niteliği, bağımsız ruhunda yatıyor. Herzog yalnızca yapmak istediği filmleri, yapmak istediği şekilde yapan, belli bir türe, günün modasına, gişeye veya sevilme arzusuna boyun eğmeyen, sinema tarihinin en ayrıksı auteur'lerinden biridir."
Aynı yazıda alıntılanan şu cümleler de, Herzog üzerine kitap yazmış olan Grazia Paganelli'ye ait: "Bir Werner Herzog filmi, onun sesi duyulmaya başlandığı anda belgesel olmaktan çıkar. Bir anda, kurmacayla belgeselin kaynaştığı bir Werner Herzog filmi'ne dönüşür. [...] Herzog bir hikaye anlatıcısı değil, bir 'hikaye avcısı'dır. Her köşeden, her manzaradan hikaye çıkarabilir."
Şu anda Venedik'te aynı yarışmada iki filmiyle birden (kendi kendisiyle de) yarışıyor olmasını da, onun Herzog'luğuna vermek lazım!
***
Bu vesileyle, bir son dakika haberi: Sinemanın bir başka ilham perisi Tony Gatlif, KORKORO (Özgürlük) adlı son filmiyle, dün sona eren Montreal Film Festivali'nde en büyük ödülü kazanmış. Gatlif'in 1940'ların başında Fransa'da Nazi'lerin gazabına uğrayan Çingene bir ailenin hikayesini anlattığı filmi, festivalde ayrıca Seyirci Ödülü'nün de sahibi olmuş.

04 September 2009

Üç günde 600 seyirci!

1-2-3 Eylül'de gerçekleştirdiğimiz BARIŞA ADANMIŞ FİLMLER etkinliği, beklentilerimizi aşan bir ilgiyle karşılandı. Etkinlikte gösterilen yedi filmin hepsi 'kapalı gişe' oynadı. En kalabalık 'ayin'lerinden birine sahne olan tarihi kilise, üç akşam boyunca yaklaşık 600 seyirci ağırladı.
Son akşamki "Kimim Ben?" ve "Burma VJ"nin gösteriminden:

3 Eylül 2009, Union Church

03 September 2009

Barışta buluşmak

BARIŞA ADANMIŞ FİLMLER'in ikinci akşamında Union Church tam 185 seyirci ağırladı. "Gülüyor muyum Görmek İçin" ve "Cenin'in Kalbi"nin gösteriminde alkış da vardı, gözyaşı da...

2 Eylül 2009, Union Church

02 September 2009

Üzücü bir haber

Hayatın sürprizleri, filmlerinkinden çok daha acımasız olabiliyor bazen. Dün akşam biz "barış günü" etkinlikleriyle meşgulken, dünyanın bir başka ucunda iki genç sinema eleştirmeni kör şiddetin kurbanı olmuş.
Filipinli sinema eleştirmeni Alexis Tioseco ile onu ziyarete giden Slovenyalı meslektaşı ve hayat arkadaşı Nika Bohinc, Manila'daki evlerine giren hırsızlar tarafından öldürülmüş. Internette çıkan haberlere göre, 1 Eylül gecesi üç silahlı saldırgan çifti vurduktan sonra evdeki değerli eşyaları alarak kayıplara karışmış.

Sinema yazarları camiasını sarsan cinayetle ilgili haber: >>>
Onları yakından tanıyan J. Sanders'ın çiftin ardından yazdığı yazı: >>>
Alexis'in Nika'ya hitaben yazdığı ve sinemaya -özellikle yerel filmlere- olan aşkını (da) anlatan mektubu: >>>
Tioseco'nun kurduğu, Asya sineması üzerine kapsamlı bir site: Criticine

Alexis Tioseco (1981-2009), Nika Bohinc (1979-2009)
Documentarist olarak düzenlediğimiz BARIŞA ADANMIŞ FİLMLER etkinliğinin ilk günkü gösterimine toplam 174 seyirci katıldı.

Program ve detaylı bilgi için >> Documentarist



1 Eylül 2009, Union Church

29 August 2009

Herzog: "Lessons of Darkness"

Minnesota declaration: truth and fact in documentary cinema
"LESSONS OF DARKNESS"

1. By dint of declaration the so-called Cinema Verité is devoid of verité. It reaches a merely superficial truth, the truth of accountants.

2. One well-known representative of Cinema Verité declared publicly that truth can be easily found by taking a camera and trying to be honest. He resembles the night watchman at the Supreme Court who resents the amount of written law and legal procedures. "For me," he says, "there should be only one single law: the bad guys should go to jail."
Unfortunately, he is part right, for most of the many, much of the time.

3. Cinema Verité confounds fact and truth, and thus plows only stones. And yet, facts sometimes have a strange and bizarre power that makes their inherent truth seem unbelievable.

4. Fact creates norms, and truth illumination.

5. There are deeper strata of truth in cinema, and there is such a thing as poetic, ecstatic truth. It is mysterious and elusive, and can be reached only through fabrication and imagination and stylization.

6. Filmmakers of Cinema Verité resemble tourists who take pictures amid ancient ruins of facts.

7. Tourism is sin, and travel on foot virtue.

8. Each year at springtime scores of people on snowmobiles crash through the melting ice on the lakes of Minnesota and drown. Pressure is mounting on the new governor to pass a protective law. He, the former wrestler and bodyguard, has the only sage answer to this: "You can´t legislate stupidity."

9. The gauntlet is hereby thrown down.

10. The moon is dull. Mother Nature doesn´t call, doesn´t speak to you, although a glacier eventually farts. And don´t you listen to the Song of Life.

11. We ought to be grateful that the Universe out there knows no smile.

12. Life in the oceans must be sheer hell. A vast, merciless hell of permanent and immediate danger. So much of a hell that during evolution some species - including man - crawled, fled onto some small continents of solid land, where the Lessons of Darkness continue.

Walker Art Center, Minneapolis, Minnesota April 30, 1999
Werner Herzog

27 August 2009

Cumartesi günü 16:00'da

Herzog izlemek ve tartışmak üzere,
29 Ağustos C.tesi günü 16:00 - 19:00 arası buluşuyoruz.

yeni mekanımız: GalaPera Derneği
adres: Ensiz sok. Şeref apt. No: 4, kat: 2, Tünel-Beyoğlu
tarif: Tünel'e arkanızı dönün, karşıdaki geçidin solunda kalan sokak.
o da kesmezse: açık adres ve kroki şurada.

İzleme programı, itiraz gelmezse aşağıdaki çerçevede cereyan edecektir. Görüşmek üzere...
(Not: Filmler, orijinal dilinde ve İngilizce altyazılı izlenecektir.)

26 August 2009

Werner Herzog ayakkabısını yerken...


Son buluşmamızda, “Letzte Worte” gibi minik bir cevherle Herzog’a giriş yaptık madem, bu hafta sonu onun sinemasına ve belgesel bakışına yoğunlaşalım diyorum. Belgeselle bağını her zaman korumuş olan, özellikle son on yılda yaptığı filmlerin neredeyse dörtte üçü belgesel olan komple bir sinemacı, Werner Herzog… Son izlemede Uğur Hoca’nın dediği gibi, dünyanın hangi köşesinde ilgi çekici bir konu varsa kamerasını sırtlanıp oraya giden ve oradan illa ki orijinal bir film çıkarmayı başaran, dünya sinemasının en nevi şahsına münhasır, dahası en “çılgın” (belki de “çatlak” demeli) dahilerinden biri…

Herzog, ayrıca sinema tarihinde herhalde üzerine en çok film yapılmış yönetmenlerden biridir. Bunlardan en matrak olanını, “Werner Herzog Ayakkabısını Yiyor” adlı Les Blank imzalı kısa belgeseli baştan sona izleyip diğerlerine şöyle bir göz atabiliriz. Birkaç öneri:

* Werner Herzog Eats His Shoe (1980, 20 dk.) - Les Blank

Bu muzip filmde, tam da başlığın söylediği şeyi, Herzog’un kendi ayakkabısını pişirip yemesini izliyoruz… Herzog henüz öğrenciyken

tanıdığı ve sonradan belgesel sinemanın usta isimleri arasına girecek olan Errol Morris’i film yapmaya teşvik eder. Çello çalmaktan kitap yazmaya kadar pek çok işe bulaşmış olan, belli bir alana bir türlü yoğunlaşamayan Morris’le bir de bahis tutuşur: “Gerçi bunu başaracağından kuşkuluyum, ama sen ilk filmini çekip bitirirsen ben de ayakkabımı yiyeceğim!” Sonunda Morris 1978’de ilk filmi “Gates of Heaven”ı çekmeyi başarır. Herzog da söz verdiği gibi, tanıklar huzurunda ayakkabısını pişirip afiyetle yer! “Film yapmak isteyip de bir yerden başlamaya bir türlü cesaret edemeyenleri” teşvik etmek üzere, bu işi sahnede seyircilerin huzurunda yapıyor. Morris’in filminin galasından önce tencerede bol soğan ve sarımsakla pişirdiği ayakkabısını mideye indirirken, bir yandan konukların sinema ile ilgili sorularını yanıtlıyor… Bana sorarsanız, sinemacılık mesleği üzerine yapılmış en iyi belgesellerden biri. (Diğeri, yine Les Blank’ın imzasını taşıyan aşağıdaki film.)

* Burden of Dreams (1982, 95 dk.) – Les Blank

Sinema yapan ya da yapmayı aklından geçiren herkesin izlemesi gereken filmler listesinin en başında (en azından, “Visions of Light”ın hemen ardından) anılacak bir film. Herzog’un başyapıtlarından olan “Fitzcarraldo”yu neler pahasına ve ne tür zorlukları göğüsleyerek bitirebildiğinin hikayesi… Aynı zamanda sinema ile ego ilişkisinin, bazen “bu kadarına değer mi?” dedirten yönetmen inadının çıplak resmi... Tekrar etmek pahasına söyleyelim: “Film çekme” eylemi üzerine yapılmış en etkileyici belgesellerden biri, belki de birincisi… Film biraz uzun, 95 dakika, ama en azından birkaç kısa bölüm izleyebiliriz. Böylece, ileride başka filmlerini de birlikte izlemeyi arzu ettiğimiz Amerikan belgesel sinemasının en yaratıcı isimlerinden Les Blank’in dünyasına da girmiş oluruz.

* Little Dieter Needs to Fly (1997, 80 dk.) – Werner Herzog

Sadece Herzog’un değil, belgesel sinema tarihinin de gizli cevherlerinden biri. Herzog’un çok sevdiği türden bir karakterin, tutkusunun peşinden cesaretle giden bir adamın öyküsü. En büyük tutkusu uçmak olan fakat bunun bedelini inanılmaz bir hayat yaşayarak ödeyen Dieter Dengler adlı bir adamın öyküsü bu. Film boyunca, Dieter’in bu delice tutkusunu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sağ çıkışını, yokluk içinde geçen çocukluğunu, Amerika’ya göç edişini, ABD hava filosunda pilot olarak katıldığı Vietnam savaşı sırasında Laos’ta esir düşüp hapse atılmasını, oradan kurtulmasını, vs. inanması güç detaylar ve anekdotlarla anlatıyor.

Herzog’un 2006 yılında “Rescue Dawn” adıyla kurmaca versiyonunu da çektiği bu belgeselin dilerseniz tamamını, ama en azından giriş kısmını izleyip yönetmenin burada yaptığı mizansen oyunlarını tartışabiliriz…Vakit kalırsa, 'Ramazan münasebetiyle' belki Herzog'un “Pilgrimage” adlı 2001 tarihli 21 dk.'lık belgeselini de izleriz.

Ne yazık ki bu hafta da mekan sorunumuz baki… (Sergi açılış hazırlıkları nedeniyle, bu cumartesi galeri müsait değil.) Buluşma mekanımızı en kısa sürede netleştirip bildireceğiz.

17 August 2009

15 Ağustos 2009, URA

12 August 2009

15 Ağustos: Herzog, Moore ve diğerleri

Film izlemek/tartışmak üzere yine, 15 Ağustos C.tesi, saat 16:00-19:00 arası bu sefer başka bir mekanda, İstiklal cad. üzerinde Mısır apt.'ndaki Ura galerisinde buluşuyoruz. (Asıl mekanımız olan Tütün Deposu, Bienal dolayısıyla Kasım ayına kadar dolu olacak.)
Bu haftaki programı Uğur Kutay hazırladı. Bize göstereceği filmlerin listesi aşağıda. Ne denli heyecan verici bir liste olduğunu anlamak için, küçük bir google araştırması yeterli olabilir. Ayrıca Uğur Hoca'yı bilen biliyor, ama bilmeyenler için ipucu: Onunla birlikte film izlemek (hangisi olursa olsun) öyle her zaman herkese nasip olacak bir şey değil! Kaçırmayacağınızı umuyor, vakti musait olan herkesi bekliyoruz.

PROGRAM:

Önce Herzog'un filmini izleyip biçimsel uygulaması üzerine konuşsak, sonra aynı şeyi "Good Copy Bad Copy" için yapsak ve ardından da bazı filmlerden parçalar izleyerek tartışsak diyorum. Buna göre, izlenecek filmler ve tartışılacak filmler şeklinde iki ayrı başlık oluşturmak mümkün:

Tamamı izlenecek filmler:

* Letzte Worte (1968, 13') - Werner Herzog

* Good Copy Bad Copy (2007, 59') - Andreas Johnsen, Ralf Christensen, Henrik Moltke

Parçalar izlenerek farklı bağlamlarda tartışılacak filmler:

* Slacker Uprising (2007, 102') - Michael Moore

* FEMA City (2007, 71') - Jamin H. Griffiths

* A Film to End All Wars - Richard Grove

* Invisible Children (2004, 55') - Laren Poole, Jason Russell, Bobby Bailey

* Omar & Pete (2005, 71') - Tod Lending

* Streetwise (1984, 91') - Martin Bell

tarih: 15 Ağustos C.tesi, 16:00
adres: URA - İstiklal cad. 163, Mısır apt. 1. kat
(Bilmeyenler için tarif: G.Saray meydanından Tünel yönünde ilerlerken, Y.Kredi binasından sonra gelen soldaki muhteşem apartman.)

21 July 2009

Bunuel, "Las Hurdes", "Los Olvidados"

Yoksulluk hikayelerine devam… Şu kriz ortamının havasına uygun, yine sinema tarihinin tozlu raflarından bulup çıkardığımız filmler var bu hafta:

* “Las Hurdes: Ekmeksiz Toprak / Las Hurdes: Tierra Sin Pan” (Las Hurdes–Land Without Bread, 1932, 27’), Luis Bunuel.

Bunuel’in çektiği yegane belgesel… Daha çok ‘etnografik surrealist’ bir film olarak tarihe geçmiş olan “La Hurdes”, sadece ‘belgesel’ ve ‘gerçeküstücülük’ gibi uzlaşmaz görünen iki kavramı buluşturma çabasının ürünü olarak değil, aynı zamanda belgesele ne dereceye kadar güven duymak gerektiği konusunda da keyifli bir tartışmaya olanak sunuyor. Franco rejimi tarafından hemencik yasaklanan bu filmi, o yıllarda yeni yeni filizlenen belgesel türünün parodisi gibi görenler de var…

* “Unutulmuşlar / Los Olvidados” (Los Olvidados - The Young and the Damned, 1950, 80’), Luis Bunuel. Meksiko City’de bir grup sokak çocuğunun hikayesi… Gölgede kalmış sayılamasa da, zamanında Meksika’da sadece 3 gün gösterimde kalabilmiş, o zamanki basının, rejimin ve orta sınıf burjuvaların sert tepkisine kurban gitmiş bir yapıt. Gerçek olaylar ve gerçek karakterlere dayanan, kurmaca olduğu halde tuhaf biçimde “Las Hurdes”ten daha belgesel gibi duran bir film.

* “Bir Sufi Masalı / A Sufi Tale” (1980, 8’), Gayle Thomas. Eski bir Fars masalına dayanan, ‘cahil’ köylülerin bir gün esrarengiz bir meyvayla karşılasmasını anlatan muhteşem bir animasyon.


tarih: 25 Temmuz, C.tesi 18:00
yer: Tütün Deposu, Tophane

08 July 2009

Ermanno Olmi ve işçileri

Geçen hafta düşündüğümüz "bir hikaye anlatma aracı olarak görüntü" gibi genel bir başlık gerçekte yapacağımız tüm izlemelerin bel kemiği olacak, muhtemelen. Dolayısıyla çerceveyi biraz daraltabilir, örneğin belli yönetmenlerin dünyalarına biraz girecek kadar, bir kaç filmini peşpeşe izleyebiliriz. İtalyan sinemasının altın çağının temsilcilerinden olan Ermanno Olmi’yle başlayabiliriz mesela. Hem bu vesileyle de, günümüz sinemasının pek de dönüp bakmadığı insanların, “ötekilerin” (örneğin işçilerin) yaşamına dair hikayeler üzerine konuşma fırsatımız olur. Elektrik kurumunda çalışırken sinemayla ilgilenmeye ve kurum adına filmler çekmeye başlayan Ermanno Olmi, sonradan İtalyan sinemasının en büyük ustaları arasında yerini alacak ve hayatı boyunca bu tür insanları anlatacaktı çünkü.

kabaca bir izleme listesi:

* “Tre fili fino a Milano” (Three Cables to Milan, 1958, 24’), Ermanno Olmi. Karlı bir kış mevsiminde, dağlık bir bölgede yüksek gerilim kabloları döşeyen işçlerin hikayesini anlatan bir belgesel... Sinema tarihinin az bilinen minik cevherlerinden biri. Tek sorun filmde ingilizce altyazı olmaması, ki bence hiç önemli değil.

* “La diga sul ghiaccio” (1953, 11’), Ermanno Olmi. Bu da bir baraj inşaatının kısa hikayesi…

* “Il tempo si è fermato” (a.k.a Time Stood Still, 1959, 83’), Ermanno Olmi’nin pek az bilinen bir başyapıtı. Edison-Volta kurumu adına 40’a yakın belgesel çektikten sonra gerçekleştirdiği bu ilk uzun metrajlı filminde, yukarıdaki iki filmin karakterlerine çok benzer insanların (karla kaplı dağlarda bir baraj inşaatının başında nöbet tutan işçilerin) hikayesini, büyük ölçüde kendi tanıklıklarına dayanarak anlatıyor.

tarih: 11 Temmuz, C.tesi 18:00
yer: Tütün Deposu, Tophane

18 June 2009

İlk buluşma: Kısa ve müzikli

20 Haziran izleme listesi:

Müzik videoları:
* Glósóli - Sigur Rós
* Vaka - Sigur Rós
* Gobbledigook - Sigur Rós

Artavazd Peleshian'dan:
* Kyanq (Life, 1993, 6' 30")
* Vremena goda (The Seasons, 1975, 28')
* Obitateli (Inhabitants, 1970, 9')

Discovery shorts:
* Cliff Divers, 4'
* Pimp Moped, 2'

"yaz şarabımız" cabası...

tarih: 20 Haziran, C.tesi 19:00
yer: Tütün Deposu, Tophane